Otokratik Ülkelerde Sosyal Hareketler ve Fikirsel Dönüşümleri

Tarik Guney
5 min readJun 14, 2018

Ne halk nezdinde ne de devlet anlayışında demokrasi ve insan hakları gibi temel ve hak ve hürriyetlerin oturmadığı bir ülkede değişim arzulayan kesimlerden benzer anlayışa sahip insanların istedikleri değişimleri sağlamak için toplu hareket etmeye başlamaları ile vücut bulmaya başlar sosyal haraketler. İnsanların çoğu zaman reaksiyoner olarak bir soruna karşı birleşmelerine rağmen, sorun olmadan da kurulan ve sistemin devamını sağlamak için daha aksiyoner olarak aynı hedef etrafında da birleştikleri vakidir. Sosyal hareket kavramı hakkında bu kadar konuşmak yeter. Şimdi asıl konum olacak bu haraketlerin değişimlerine bakmak istiyorum.

Hareketin, içinde doğup büyüdüğü ortama göre yöntemleri ve sonrasın da bu yöntemlerin takipçilerinin kafasında oluşturduğu algılar zamanla farklılaşmaya başlar. Bu farklılaşma hızına etki eden etmenlerden bazıları: Hareketin dünyanın farklı yerlerine gitmesiyle muhattap olduğu farklı fikirler, farklı tecrübelere sahip takipçilerin artması, hareket içinde sahip olunan dünya görüşü ve ne kadar açık görüşlü oldukları, ve takipçilerinin eğitimine verdiği önem. Çoğu zaman bir dönüşümün başlaması için kendisine farklı kültürel ve fikirsel zeminler bulması gereklidir. Bu bir balığın sudan çıktıktan sonra yeni ortamda nefes alabilmesi için akciğerlere sahip olma ihtiyacına benzer. Benzer şekilde, otokratik ülkede doğmuş bir hareket, daha demokratik bir ortama geçiş yaptığında, eski bazı yöntemlerinden kurtulmak isteyecektir. Bu istek, hareketin entellektüel beslenme şeklini de etkileyecektir. Önce ki sistemde olduğu gibi hayatta kalmak için direk midesinden beslenmek yerine normal insanlar gibi beslenmesine ve büyümesine devam etme arzusu geliştirecektir. Dolayısıyla insanlar, otokratik ve zorba rejimlerin kendilerine uyguladıkları baskılardan dolayı hızlı karar almak ve mobilize olmak için tepeden inme düşünceler üretmek yerini, daha çok düşünülmüş ve tartışılmış fikirleri üretmeye ve bunları takip etmeye başlayacaklar.

Durun aslında. Biraz daha geriden başlayalım. Her hareket öncelikle karizmatik bir liderin etrafından başlar. Karizma ya ilimden, ya hitabetten, ya da hayallerine olan inancından ve bunu gösterme biçiminden, ya da bunların hepsine sahip olunmasından gelir. İçinde doğduğu topluma göre bu insanların karizmatik liderin hangi özelliğine vurulduğu değişir: Alimler arasında çıkarsa, ilmine; halk arasında çıkarsa, hitabetine; gençler arasında çıkarsa, hayallerine, vs. Tüm bu kesimlerin hepsine ortak olarak hem bilgi hem de bir hayal sunar. Ama belki de onlara veremiyeceği tek şey, hitabettir. Kim içinden çıkarsa çıksın, ortak bir nokta ise hepsinin liderlerine karşı gösterdikleri yüksek tevazu ve saygıdır. Doğru bir lider bunu doğru yere kanalize eder, kötü olan ise malum. Onun için her lider kötü olmadığı gibi, lideri körü körüne takip ettiğine inanılan herkeste kötü değildir. Herkesin düşünmesi ve avam diye bir tabakanın kalmaması gerçeklik ötesi bir hayaldir. Hareketin ileri ki fazlarında şahıslar arası ilişkilerin nasıl olacağını belirleyen yazılı olmayan kültürün temelleri hareketin oluşum zamanlarında atılmaya başlanır. Genelde ikinci kuşak, birinci kuşağın saygı anlayışını görünce, onlarda ikinci kuşağa karşı benzer saygıya sahip olmaya başlarlar. Hatta kendilerinden sonra gelenlerinde bu şekilde 1. kuşağa ve lidere karşı aynı saygı seviyesinde olmasını bekler (tabi herkes bu şekilde davranmaz) ve bunun için gerekirse şahısları uyarmaktan geri durmazlar. Tabi bu anlayış her bir kuşak sonrasına daha yanlış ve abartılı aktarılmaya başlanır ta ki şartlar değişir ve insanlar sorgulamaya başlayana kadar. Ortada gerilmiş bir yay vardır ve bir ucu birinci kuşağa bağlanmış diğer ucu ise dairenin dışına tutturulmuştur. Zamanla bu yay koptuğunda … Zamanla büyüyen her hareket kendi içine ulaşılmak istenilen hayaller ile alakası olmayan ve sadece maddi anlamda bağlanmış insanlarıda alır. Hareketin ilk zamanında ki merkez kaç kuvveti ve gerilimi dairenin dışına çıktıkça azalır. Dışarıya doğru gelişen bu anlayış, bir ağaç gövdesini ya da bir kale duvarını andırmaya başlar. İnsanlar dışarıdan bu duvarları gördüklerinden harekete hayat veren iç kısımlarını göremezler. Ama bir hareketin ölümüne sebep olan, kabuğunda ki kalınlaşma değil, içinin çürümesidir. Bu çürüme ise hareketin sunduğu hedefe aç insanların kabuğu soyup meyvenin içini yemesi sırasında ağızlarına gelen acı tad ile anlaşılır. Göze güzel gelse de, sindirimin ilk aşaması ağızdan bile geçemeyecek kadar gerçeklerden uzaklamış tadları bozulmuştur artık.

Değişim sürecinde progressive olan bireylere düşen en önemli anlayış, hayatta tutabilmek için kendisini midesinden beslemiş doktora kızmakla önceki anlayışı ve insanları yok ederek ilerlemek değil, bilakis onlara da saygı ve merhamet kapılarını açması ve her gelişmiş toplumda normal olarak görülen davranışlara eğrilirken kendi hakiki karakterinden bir şey kaybetmemesidir. Değişimler devrim ile değil, evrim ile meydana gelmelidir. Mesela bir devlet ya da hareket bozulmaya başlamış ya da zorbalaşmışsa, devleti yıkmak sureti ile sistemi düzeltmeye çalışmak, menenjit geçiren bir hastanın kafası koparmak kadar saçma olacaktır. Sistemleri oluşturacak toplum psikolojisi zor gelişir, dolayısıyla çok hassas davranılmalıdır.

Sistemleri değiştirmek aslında insanı tedavi etmek gibidir. Konuyu biraz daha akla indirgeyelim: Etkili bir tedaviye hastalığın temel kaynağı olan beslenme sorunlarını çözmek ile başlanır. Hastanın sadece bir kaynaktan beslenmesi yerine, çeşitli kaynaklardan farklı besin değerlerini alması sağlanır. Bu yapılırken de hazmı kolay besinler ile başlanır ki hastanın sindirim sistemi çok yorulup daha çok sorun çıkarmasın. Direk ilaç tedavisine başlarsanız, hastalığı sadece yamamış olursuz. Hastanın ağrıları gider belki. Ama sonrasında başka sorunlar ile karşılaşmak kaçınılmaz olur. Şimdi burada ki benzerlikleri konumuz üzerinden açıklayalım. Bir toplumun, sistem, veya hareketin değişmesi öncelikle onu oluşturan bireylerin doğru şekilde bilgilendirilmesi ile başlar. Beslerken de kafasını karıştıracak yüzlerce kaynağı direk önüne getirmek değil bunu yavaşça yapmak gerekir. Sonrasında ise farklı kaynaklar ile beslenmesi devam ettilir ki dünyayı daha iyi tanıması ve cahilce tavır ve davranışlardan kurtulması sağlanır. Böylece bünyede ki hastalıklara neden olan sorunları giderilmeye başlansın. Çoğu zaman güçlü bir vücut kendi mikroplarına karşı savaşır. Yani kafaları düzgün bir şekilde beslenmiş insanlar doğruyu bulacak anlayışa sahip olacaklardır.

Doğrunun aranması sürecinde hiç kimse değersiz olarak görülmemelidir. Aort damarından tutunda kılcal damarlara kadar herşeyin çok ciddi önemi ve vazifesi vardır. Bir insana sen ne anlarsın ya da senin kafan yetmiyor şeklinde muamele etmek hem insan onuruna hem de yapılmak istenen değişime zarar verecektir. Bu anlayışın kesinlikle yönetici pozisyonlarında olmaması gerekir. Yöneticiler tek adamcılığın vazifedarları değil, birleştirici ve saygılı bir üslupla bireylerin gelişiminin sağlanmasına yardımcı olan ve ulaşılmak istenilen hedeflere herkesin beraber aldığı hükümleri temel alarak yönlendiren insanlardır.

Şimdi geri gelelim konumuza. İlerici zihniyet ile doğan her hareket zamanla gelenekçi bir hale gelirken, kendi içinde yeniden ilerici anlayışların doğmasına vesile olur. Her iki anlayışta kendi zamanlarına göre doğru olabilir. Ama zamanla gelenekçi anlayışın daha marjinal kaldığını görürsünüz. Bunun nedeni gelenekçi anlayışı doğuran şartların zaman içinde kaybolmaya başlamasıdır. Yeni gelenler farklı ortamlara ve şartlara daha hızlı adapte olmaya başladıklarından ilerici anlayışın popülaritesi artar. Belki de hiç bir hareket bu değişimi engelleyememiştir. Ama eğer bir harekette gelenekçiler akıllı ve tecrübeli bireylerden oluşuyorlarsa, değişimin her varlığın bir parçası olduğunu bileceklerinden ayrışımın saygı çerçevesinden çıkıp kavgaya dönüşmemesi için farklı görüşlere karşı daha anlayışlı olup değişimi engellemek yerine ona yön verilmesinde yardımcı olurlar. Gelenekçi anlayış uzun süreli hayatta kalamaz, çünkü her devir kendi gelenekçilerini doğurur. Burada ki değişimi temel prensiplerde bir değişim olarak değil, prensiplerin uygulanmasında ki metodolojilerin değişimi olarak görmek lazım.

Neyse mesele çok uzadı. Burada keselim…

--

--